Mayıs 2007, Eskişehir,Orhan Aydin

AVANGARD ( avant-garde ) kavramı; üzerine

AVANGARD( avant-garde ) kavramı; üzerine Avangard sözcüğ ü Fransı; zca kaynaklı; dı; r ve kültürel alanda kullanı; lmadan önce, askeri bir deyim olarak (öncü kuvvetler anlamı; nda) literaturdaki yerini almı; ştır. Daha sonra bu deyim,1830-1840 yıllarında siyaset diline girmiştir. Fransız devriminin(1789) yarattığ ı olağ anüstü durumu izleyen yıllarda, “avangard” kavramı, büyük toplumsal tasarıların gerçekleştirilmesinde etkin olduğ u düşünülen “öncü roller” için kullanılmıştır. Daha doğ rusu “ avangard”, toplumsal dönüşümün gerçekleştirilmesinde sanata düşen öncü rolü ifade etmiştir.

Sanat, bu dönem içinde sanatçılardan çok, ondan yararlanmayı uman siyaset erbabı tarafından bir kült haline getirilerek desteklenmiştir (Peter Bürger,1974).

Fransız devrimini izleyen sanayi devrimi 19.yy.’ın ortalarına kadar batı dünyasını radikal biçimde dönüştürmüş ve yaşanan gelişmelerle birlikte birçok yeni fikir ortalığ ı sarmıştır.Sona eren krallıklar ve kilise sisteminin ardından, bu alana hizmet sunan ve buralardan geçinen sanatçılar yeni konumlarının ne olabileceğ ini tartışmaya başlar. Soru şudur: “ Acaba sanatçı bu gelişen ve değ işen toplumsal yapı içinde hangi işlevi üstlenecektir? Sanatçının bu değ işimde özel bir yere sahip mi? “ Soruların yanıtı çabuk bulunmuş ve sanatçının bu sürece öncülük etmesi gerektiğ i fikri genel kabul görmüştür. İşte, bu yeni misyon “avangand sanat ve sanatçı” kavramını da peşinden sürüklemiştir.

Ondokuzuncu yüzyılın başından II. Dünya savaşının sonuna kadar bu kavram batının kültür hayatında önemli bir yer tuttuğ u gibi, yoğ un bir tartışmanın da odağ ında yer almıştır.

Kültür alanında kullanılmaya başladığ ı tarihlerden itibaren “avangard” sözcüğ ü, sanat ve sanatçı için “hayatın ele geçirilmesi ve geleceğ e hükmetme” anlamında, oldukça iddialı bir biçimde kullanılmıştır. Hayatın ele geçirilmesi stratejisi bir siyasi ütopya idi, ancak sanatın nitelikli gücünü de sanatçı bu uğ urda siyasetçinin hizmetine sunmalıydı.

Sanatçı, kendini bu düşünceye adayarak, insanlığ ın geleceğ ini avcunun içine aldığ ını, her eylemiyle tarih yazdığ ını, yaratılan kültün öznesi olduğ unu düşünmüştür. Daha sonra bu ayrıcalıklı konumundan kopması hiç de kolay olmamıştır.

İlk şoku, 1848 yılının Paris’inde işçilerin perişan olmasıyla sonuçlanan şiddet olaylarından sonra yaşayan sanat çevresi, daha büyük şokları iki dünya savaşı sırasında göğ üslemek zorunda kalmıştır.

“...En etkilisi ve hızlısı sanatın gücüdür. Yeni fikirler yaymak istediğ imizde, onları tuvale, ya da mermere nakşederiz. Toplum üzerinde yapıcı bir iktidara sahip olmak...ve sağ lam adımlarla zihnin bütün melekelerinin önüne düşmek, işte sanatın muhteşem kaderi..!” diyen Saint Simon’dan, “ Sanatın ahlaktan ve faydadan ayrılamayacağ ını “ söyleyen Baudelaire’e kadar birçok sanatçı yanılmıştı. Baudelaire daha sonra hayal kırıklığ ı içinde avangardist yaklaşımı şöyle eleştirecektir: “ Faydacılık sanatın en beter düşmanıdır. Sanatın amacı ahlaktan bağ ımsızlıktır.”

Zamanla sanat sadece kendini temsil eder ve “estetizm”le, “sembolizm” avangardist yaklaşımdan geri dönüşü ifade eder. Sanat hayattan kopmuştur, halbuki onu ele geçirmeye ve ona hükmetmeye niyetlenmiş idi. Ancak sanatçı bunun mümkün olmadığ ını gördüğ ü gibi, kendisinin siyasa tarafından kötü biçimde kullanıldığ ını da anlamıştır. Savaşların yarattığ ı atmosferin aşırı duyarlı ruh yapılarını nasıl parçalayıp yaraladığ ını düşünürsek, ütopyaları doğ rultusunda yönlendirmeye çalıştıkları insanların feci akıbetlerinin sanatçıları ne denli etkilediğ ini de tahmin edebiliriz.

Kafka’nın cephede yaralıları görüp de buna dayanamayan bir şairin intahar ettiğ ini öğ rendiğ inde şöyle demiştir: “ Savaş, hayalgücü noksanlığ ından doğ ar. Bir şair de buna dayanamaz...”

Avangard sanat, yalnızca sanatçının vahşetle yüzleşmesinin sonucu terkedilmemiştir. Avangard sanatın şok eden, skandallar yaratan, şaşırtan özelliklerinin daha sonra “pop-art”la yeniden canlandırılması, onun tükeninceye kadar kullanılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu “kitle kültürü” adı verilen sürecin sonunda, avangard sanat döneminde “aykırılık” gibi gelen etkinlikler “sıradanlaşır” ve “tüketilir”.

İşte, avangartın asıl ölümü kapitalizmin sanatla hayatı iç içe geçirmesiyle birlikte gerçekleşmiştir. Neo-ekspresyonizm diye adlandırabileceğ imiz neo-avangard akım kitleden ilgi bekledikçe, sanat gösteri dünyasına yaklaşır, onunla iç içe geçer ve eriyip tükenir. Sorgulayıcı, tartışmacı geleneğ i de tükenen avangard, artık bir “kitsch” ürünüdür; geri dönüşsüz biçimde. Onun amacı da kurumsallaşmış modern sanatı yok etmek değ il miydi zaten? “Avangard” ummadığ ı bir zamanda, ironik bir biçimde elitizm iddiasını sürdürürken vasatın içinde kaybolur gider; neredeyse vasatın eğ lencesine , avangard olanın parodisine dönüşerek tükenir.
Orhan H.AYDIN, Eskişehir / Mayıs 2007